16 Eylül 2010 Perşembe

İSLAM DÜNYASI Şİİ YAYILMACILIĞI KARŞISINDA NEDEN SAVUNMASIZDIR?

İslam ülkelerindeki masum gençlerin şii yayılmacılığının etkisinde kalmasının en büyük sebeplerinde birisi Amerika’nın dünyayı yönetme ve sömürme içgüdüsü neticesinde Orta doğu ile ilgili planları ve stratejik hataları sonucudur. Bunun sonuçlarının bilinerek veya bilinmeyerek İran’ın lehine tezahür ettirilmesidir. Belki de Amerikanın staratejik bir hatası değil bilinçli olarak yaptığı bir şeydir. Buğün emperyalizmin işgal ve zulüm cemberi, hangi inancın gelişmesine imkan verdiğine bir bakmak gerek ! Bu plan İslam dünyanısın karşısında yüz yıllardır yüzde on beşleri temsil eden Şiiliği eşit seviyelere çıkartıp bir birini yemesi ni sağlama projesi olamaz mı? Amerika İslamın lehine düşünebilen masum bir yapı olmadığına göre!. Kafasında ne hinlerin olduğunu kim bilebilir Allah’tan başka. Gelişmelere, sebep ve sonuçlara bakıldığında görünen gerceklerle yüzleşince ortaya çıkan görüntüye bir bakalımb Mesela Irakın işgali, mazlum Filistinlilerin sürekli şiddet baskı ve zulümle karşı kaşıya bırakılması, Afganistanın işgali ve orada ölen milyonlarca masum coluk çocuk kadın. Bütün bu zülme karşı Sünni İslam dünyasının organize bir birlikteliği olmaması ve sürece yeterli tepkiyi vermemesi nedeniyle bugün İran sanki islamın yegâne savunucu konumuna getirilmesi kimin eseri?..! Bugün İran mazlum milletlerin gözünde emperyalizme sömürüye karşı dik duran, Müslümanların hakkını savunan bir ülke olarak algılanmasını kim sağladı?,,!.

Bu sürecte diğer islam ülke yönetimlerinin malum hali. Bunların yani krallıkların, saltanat sahiplerinin İslamın geleceği ile ilgili her hangi bir kaygısının olmadığı gibi, din kendi toplumlarında ne kadar bilinmezse onların o kadar rahat ettikleri gerçeği çok düşündürüçü değil mi? . Yüzyıllarca emek verilmiş ve toplumun hücrelerine işlemiş cihat ruhunun, bugün batılı emperyalistlerin, küresel kültürün etkisine terk edilmiş olması karşısında, insanlar ne yapmalı? Bu şartlarda kendini bulmaya çalışan samimi insanların birçoğu gerçeği bulma adına şii propagandacılarının tekeline düşmüşten kurtulamaması şii gerçeği ile mutlu olmaya çalışmaları nasıl görmezden gelinebilir?.

Çok şükür ki gerceğin hepsi bu kadar değil. Uşak yönetimlerce üzerine ölü toprağı atılarak uyutulmaya çalışılan toplumlardaki duyarlı insanların çoğu uyanmaya başlamış örgütlenerek yetişkin olduğu alanlarda hizmet üretmeye başlamışlardır. Bu da olayın çok daha farklı hoş yüzüdür. Bunlardan sadece bir cemaat, farklı ülkelerde hırıstiyanlık propagandası altında asimile edilmeye calışılan milyonlara ulaşabilmekte onların hırıstiyanlaşması önlenmektedir. Ki bu takdire şayandır. Bu faaliyetler iranın yaptığı gibi Müslümanları Şiileştirmek için bol para harcamak değil, Hıristiyan kültürünün etkisinde kalmış islamdan uzak kalan insanlara islamı yakın etmek gibi ulvi bir değer taşıyan hizmet türünü yürütmektedirler. Yani bu hastalığın ilacı devlette olmasa da şianın tekelinde olmadığını göstermişlerdir.

Şiiler bidatla doldurulmuş inancı uğruna gecelerini gündüze katıp bunu yaymaya çalışırken, Şiileri Sünnileştirmek için değil, kendi kardeşlerimizin sapkınlığa gitmesine engellemek adına bir şeyler yapmamız gerekmez mi? Bir Müslüman bu gerçekleri göz ardı edebilir mi?. Bunca kendine güven niye? Bilmeyenlerin aldanması o kadar kolay ki.. Budistler büyük gücün taptıklarının (Tanrıyı) budanın temsil ettiğine inanıyorlar. Zekâlarında da bir sorun yok. Ama aklı kullanma ihtiyacı duymadan propagandanın etkisiyle kendi kültürlerine inanıyorlar. İnanç böyle bir şey. Yani senin inancın ne kadar güçlü olursa olsun daha zayıf durumdaki inanç çalışma ile daha çok taraftar bulabiliyor, daha inandırıcı olabiliyor. Bu tamamen gayrete bağlı bir şey. İnanca güvenerek yatmanın bir faydası yok!.

Meseleyi inananların karşıdan nasıl göründüğü, bu inançların hangi kaynaklardan beslendiği, oluşturucuları ve tarihi sürecini inceleyerek neyle karşı karşıya olduğumuzun öğrenilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu çalışmada kötülemek, yok etmek, hakikati karalamak, iftira etmek, gibi, şii metotlarını kullanmak olmayacaktır. Batılın ne zaman kimler tarafından başlatıldığı niçin sürdürüldüğü, hangi âlimlerin buna karşı çıktığı olumlu ya da olumsuz gelişmeleri objektif kriterler ölçüsünde sunmaya çalıştığımı söylemem lazım. Zamanla elde ettiğim bütün gelişmeleri ya da fark ettiğim yanlışlıkları anında calışmama yansıtmaktayım.

Şiiliği anlamak için şii inancı dışındaki büyük çoğunluğu oluşturan diğer Müslüman kitlelerin şii perspektifindeki görüntülerinin bilinmesi gerekir. Bununla ilgili bir örnek verilirse;

İmamı Humeyni yazdığı kitaplarında: “Süphesiz ki Ebû Bekr ve Ömer kâfirdir. Onları sevenlerde onlar gibi ka firdirler.” (el-Meclisî/Hakku’l-Yakîn, 522; Humeynî/Kesfu’l-Esrâr, 112)

Yine Humeyni, el-Humeynî, Tahrîru’l-Vesîle (s: 52, 94) adlı kitabında diyor ki: “Süphesiz imamın övülmüş makamı, sanlı derecesi ve velâ-yetine kainatın bütün zerrelerinin boyun eğdiği kevnî halifeliği vardır.” Yine der ki: “Şüphesiz bizim yani isna aseriye imamlarının Allah ile öyle bir halimiz vardır ki bu ne bir mukarreb melek ne de gönderilmiş bir peygamber için söz konusu değildir.”

Humeyni’nin Keşfü’l Esrarda da “şii” dini demektedir. Eğer onun dediği gibi bu bir meshep değilde yeni bir din ise, bu din; Müslümanlar arasına ayrılığı ve bölücülüğü sokmak için İslam’a karşı bir tuzak olarak kurulduğu islam âlimlerince teyit edilen bir husustur. Bu din kurulduğu günden bu yana İslam’a ve Müslümanlarla karşı savaş halinde olduğu bir realitedir.. İslam tarihinde vuku bulan olayların tahlilini yapanlara göre Müslümanlar arasında çıkan savaşların meydana gelmesinde en büyük pay Şiilere ait olduğu gibi. İslam ülkelerine göz dikip Müslümanların kanlarını akıtanların yanlarında yer alanlarında yine Şiiler olduğu görülür. İşte Hulâgu’nun vezirlerinden nasıruddin el-tûsî (şia ileri gelenlerinden) Abbasi hilafetini sona erdirmek için hulagü’yü ikna edip, milyonlarca Müslüman kanını ırmaklar gibi akıtmasında ona yardımcı oldular. Bununla da kalmayıp tatarların Müslümanlara karşı başlattıkları savaşta Müslümanların tatarlara indirdikleri nihai darbeye kadar onların yanında yer almaya devam etmişler nesilden nesile hep tatarlarla işbirliği halinde olmuşlardır. Tarih kitaplarında bu konular oldukça geniş olarak anlatılmıştır. Şiilerin islamı yok etmek için yola cıkan Hulâgu ya nasıl yardımcı oldukları. Şianın kanaat önderlerinden ve imamlarından Humeyni nin bu konuda hala kendi tarihlerine destek verdiği anlamak mümkün değildir. Humeyni, bu konuda şöyle der: hulagü ile işbirliği yapıp ona yardımda bulunmak, islam’a ve Müslümanlara gerçek yardımda bulunmak olmuştur. Bir tarafa böyle bakan Humeyni, mehdi gelinceye kadar şiilere beklemeyi emreden Yahudilerin uyutma projesini yıkan ilk liderdir. Bu takdire şayan bir husustur. Şiiliğin temel felsefesinden biri olan imamet mevzuunda 12 imamın kayıp olduğu kayıp olan imam gelinceye kadar kimsenin bir şey yapmasına gerek olmadığı, nasıl olsa 12 imam kayıptan cıkacak hem kendi düşmanlarını hemde Müslümanların düşmanlarını yok edecek inancı sayesinde yaklaşık 12 asırdan beri islamın yayılmasına en ufak bir katkı sağlayamadılar. Humeyni burada bir oyunun olduğunu anladı ve bugün şii toplumunu bu uyutma projesinden kurtardı. Bu kendi inacı ve ülkesi ile diğer İslam dünyası için son derece iyi bir şeydir. Ne mutlu o topluma ki Humeyni gibi bir lider yetişktirmişler. Yukardaki örnekte sahabenin ileri gelenlerini küfürle itham eden humeyninin bazı hutbelerinde meshepcilik yapmadan ehlisünnet Müslümanları desteklediğini görüyorsunuz! Ayrıca Humeyni nin halkı gulat fikirlerden arındırmaya çalışarak aklı daha ön plana çıkarttığına şahit oluyorsunuz! Kendi toplumunu batılın ve emperyalizmin bataklığından çıkarttığınada dünya şahittir. O zaman Humeyni yi nasıl değerlendirmeliyiz. Humeyni hem dini liderdir hemde devlet yönetmiş bir kimsedir. Konuşmalarını ve yazdıklarını her koşulda toplumun bulunduğu şartlara göre yaptığını düşünmek mümkündür. Humeyni o günkü toplumun inacından farklı görünseydi o topluma lider olamazdı. Zaman zaman dini liderliğini ön planda zaman zaman da devlet başkanlığını ön planda tutmak zorunda kalmıştır. Acaba Humeydi kendi toplumunu asırlardan beri gelen radikalliğin, gullatın etkisinden kurtarıpda meshepciliği kaldırabilirmiydi? Normal şartlarda buda pek mümkün görünmüyor? İranın o günkü şartlarını bütünü bilmeden olayın içinde yaşamadan uzaktan bir insanın davranışlarını yargılamak doğru değildir. Ama şu unutulmamalıdır ki Humeyni bir şiidir. Şiilerin de, ehlisünneti değerlendirmede ortak anlayışları mevcuttur. Bu kendi kaynaklarına yansımıştır. Bu inanclarla beslenen bir toplumu ani bir şekilde değiştirmek öyle kolay bir iş değildir.

Yani Humeyninin islamın merkezine ne kadar yakın olmak istediğini ya da kendisinin ne kadar yakın olduğunu, şartların onu bu kadarla yetindirip yetindirmediğini bilmek mümkün değil. İç dünyasındaki inancının derecesinin ne olduğunu ancak Allah bilir. Ama şu bir gerçektir ki Humeyni katıksız bir şiidir. Ama bir Şah İsmail de değildir. Şiilikle ehlisünnet inancı arasına aşılmaz engellerin konulması ayrıcalıkların artırılması şah döneminde gerçekleştirilmiştir. Humeyni ayrıştırıcı yönde değil birleştirici olma yönündedir.

Peygamberimiz, Bizanslılar ile Ateşperest İran arasında çıkan şavaştı Bizanslıların zaferine sevinmiş yenilgisine üzülmüşken, bizim bugünkü İranlıların kötülüğünü istememiz asla söz konusu olamaz. Ama burada inçe bir çizgi var. Onları destekliyor olmamız onların muzaffer olmasını istememiz onların inanclarınıda paylaşıyoruz anlamında değildir. Çünkü Şii inancı ile ehlisünnet inancı bir bir aynı değildir. Bazı konularda farklılıklar ayrı bir din gibi algılanıyor gibi olsada ayrı bir din değildir. Bunun çok iyi ayırt edilmesi için Şiilere düşmanlık etmeden şii gözlüğü ile değil de şii kaynaklarından Şiiliği iyi tanımamız gerekiyor. Bu çalışmanın ana konusu budur.

İslam dünyası şii görüşlerine karşı son derece savunmasızdır. Bunun birden çok sebepleri vardır. Bunlardan en önemlisi, islamın ilk yıllarında meydana gelen fitne olaylarına bire bir şahit olmadan dilden dile anlatılan şeylerin hakikatinin tam bilinemeyeceği yaklaşımı ile gıybet, günah hemde geleceğe bir faydyası olmayacağı düşüncesiyle İslam alimlerinin “Onlar kılıçlarını kana buladılar sizler aynı olayı konuşarak dillerinizi kana bulamayan” tavsiyesi dikkate alınmış olduğundan ümmetin çoğunluğu bu konuyu derinlemesine öğrenme ve üzerinde yorum yapma ihtiyacı duymamışlardır. İnanç noktalarının bütününü Hz Peygambere dayandıran Ümmetin çoğunluğu bu süreci, tarihdeki siyasi olaylar olarak değerlendirdiğinden yukardaki tavsiyeye uyarak meseleyi ve uydurulan hikayeleri öğrenmeye ihtiyac bile duymamışlardır.. Oysa Şia, diğer fırkaların hiç birisinin yapamadığını başarmış, teşekkül ettikten sonra, erken döneme geri dönerek, Şii anlayışa uygun sun'i bir tarih oluşturmuştur. Bu gerçeği, Şii bakış açısından kaleme aIınan bütün eserlerde görmek mümkündür. Öyle ki, özellikle Emeviler devrinde, neredeyse Haşimi muhalefet cephesinde tezahür eden oluşumların büyük bir kısmı hiç ilgisi olmamasına rağmen sanki Şiilikmiş gibi gösterilmiştir. İşin en ilginç yönü, geçmişteki olaylarla Şiiliği irtibatlandırabilmek için uydurulan rivayetlerin, büyük bir kısmı, Şii olmayan tarihçilertarafından da hiç tereddüt duyulmaksızın kullanılmış, kitaplarında yer vermişlerdiır. Şiilerde bunları kenidilerine delil yapıp her iddialarını işte sizin filanca kitabınızda da yer alıyor diye kendilerinden olmayanlara karşı kullandıkları gibi bunlara bağlı olarak tarih boyunca olayların hakikati ile uyuşmayan tarih, hadis, hikâye ve çeşitli argümanlar üretip yüz yıllarca bunlarla halkın beynini yıkamışlardır.

Şiiler kendilerini Hz Ali nin yanına koyup, Şiilerle ayrışma noktalarının ne oluduğunu bile bilmeyen diğer Müslümanların yezitle özdeşleştirilmesi onlarda infial yaratmış bu saldırıya karşı ne diyeceklerini şaşırmışlardır. Tarih boyunca bir an bile yezit lafını duymak istemeyen bir toplumun böylesi acımasızca bir saldırı karsşısındaki durumu elbetde onları çok savunmasız bırakmaktadır. Bu kesimler kendi bilgilerine o kadar inanmaktadır ki en ufak tereddüt yaşamamaktadır. Hadis konusundaki çalışmada hakikat olan hiçbir şeyi gözden ırak etmeme buna ilaveten, ziyadeleştirilen ve uydurulan sözlerin hadis metinlerinden ayırt etmekteki maharetli çalışma kendilerine bu güveni vermiştir. İnanclarda en ufak bir şüpheye mehal bırakacak bir karartıya yer bırakmamışlardır. Ayrıca Elde ettikleri bilgileri Şiacıların işine yarar bunu kullanmayalım gibi bir kompleksin için asla düşmemişlerdir.
Bu kaynaklardan kendilerine delil bulmaya calışan tefrikacılar şunu neden düşünmezler? Delil bulmaya calıştıkları hatta kendi inanclarının desteklendiğine karşın yer yer işaret ettikleri kitap yazarlarının hiç birisi imamete inanmanın islamın bir esasından olduğunu, İmamların da bir peygamber olduğu gibi şianın temel inançlarından olan hususlarda onları teyit etmemiş onlarda aynı görşü paylaşmamışdırlar. Bu insanlar aptal mı ya da geri zekalı mı ki şiayı doğrular nitelikte delillere kitaplarında yer veriyor da o görüş tarafına kaymıyor ondan ikrah edip uzak duruyor!?

Neden mi? Nedeni çok basit. Kendi görüşlerine delil diye işaret buyurdukları hadis ve diğer metinlerin bütününü sebep ve sonuç ilişkileriyle incelediğinizde( niçin söylendiği ne zaman kimin için vb) aslında onların verdiği anlamla hiçbir bağlantının olmadığını görürsünüz. Ama bunu kim görür. Şia nın yalandan beslendiğini bilip onun tezlerinin doğru olup olmadığını test edenler görür. Bu nu da herkezin yapmayacağını bildikleri için işlerine yarayan her şeye delil diye saırılır insanların kafalarını bulandırırlar. Onlarda bunu bilir ama onların delil deyip işaret ettiği metinleri geri dönüp kaç kişi inceler? Onların delil olarak gördükleri Meshep imamlarının hayatlarına bakıyorlar onlarda emevi sempatisi bulunmadığı gibi emevilerce en çetin cezalarla cezalandırıldığını görüyorlar. İmamı şafinin Ehlibeyti sevmek rafizilik ise ben rafiziyim dediği, İmamı Azamın İmamı Cafer ve İmamı Zeydin çok yakınında olduğu, ilim öğrendiği hocalarının Hz Ali ekolünden geldiğini, Emevilerce kendise verilmek istenen hiçbir görevi kabul etmediği, onların yanlışlarına karşı çıkmasından dolayı hapishanede zehirlenerek öldürüldüğünü diğer imamların da bunlardan farklı bir anlayışta olmadığını bilen ümmet bu suclama karşısında şaşırmakta elbetde çok haklıdır. Ayrıca
islam için gerçekten samimi bir şekilde mücadele etmiş, sıkıntılar yaşamış,fedakarlıklar yapmış, bedeller ödemiş ve halisane bir şekilde kendini Allah’a adamış bütün alimlerin sırf şii olmadıklarından ya da şiaya karşı olmalarından dolayı en ince kusurlarını araştırmak, olmayanları varmış gibi göstermek,bunları yaymak delillendirmek ve böylece buğzetmek yada buğzetmeye yönelik tavırları ümmetin içine oturmuş acı bir yara olmuştur.
Kendilerine has tavırlarıyla sürekli her şeye muhalif olma bütün İslam aleminin sevgi duyduğu her şeye iftira etmeleri, bilip bilmedikleri her konuda bir şey uydurmaları!... Çok düşündürüçü değil mi? Oysa Yüce Allah Kitabında “Hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyin ardınca gitme, çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur” (İsrâ:17/ 36),
“İşte siz, O kimselersiniz ki, hakkında biraz bilgi sahibi olduğunuz şeyde münakaşa ettiniz; ya hiçbir bilginiz olmayan şeyde niçin münakaşa edersiniz?” (Âl-i İmran: 66) dediğini hiç duymadılar mı ki? Hiç bilmedikleri yakınen şahit olmadıkları tamamen uydurma rivayetlerin ardına düşüp onları ha bire ziyadeleştirmekteler. Yoksa hâşâ Kuran bir şey müjdelerken onları, azapla korkuturken de onların dışındakileri mi muhatap alıyor. Bunları anlamamak için kulağı hakikatlere kapatarak ezberlerinden ilham almanın boş bir kandırmaca olduğunu elbet bir gün öğrenecekler. Umarım iş işten geçtikten sonra olmaz.
Şiiler her konumda kendilerini hakikat tacına giydirip ötekileştirdikleri ümmetin çoğunluğunun inancına, emevi saraylarında uydurulan din yaftasını yapıştırırken, İslama hiç fayda sağlamayan gündemde bile olmayan sorunların gündeme getirek inananların enerjisini vaktini boşa harcamaktadırlar. Tarihdeki inadını sürdürmek adına bugüne kadar hiç işe yaramayan ve okunmayan sırf tefrika için yazılmış arşivlerde rengi solmuş bildik argümanları tekrarlayan kitapların konu edindiği meselelerle günümüze taşıyarak tarihte olan bitenden dolayı hiç bir suçu günahı olmayan insanları yargılayarak onlara saldırı gerekcesi yapmaktadırlar. Bütün bunlara bakıldığında bu zihniyetin islamın muzafferiyetini istemek şöyle dursun birliği yok etmeye yönelik hepden provakatif bir sürecin içinde olduklarını görmek mümkündür. Karşınızda meselelere bu tarz yaklaşan bir yapı var. Buna karşın aynı tarzı kullanmaya müasit olmayan bir yapı. Yani Ehlisünnet inancı inançta sivrilikleri reddeder aşırılığa set ceker başkalarının inancına sövmeyi yasaklar. Heyecana izin vermez. Takiyye kılıfına sokulmuş yalanı kullanamaz. Kesin olarak bilinmeyen bir konuda zannı yasaklar. Zanna göre hareket edemez. Tarih dini anlamada başvuru kaynağı olmadığı gibi dini vesika da saymaz. Hata yapanlar şirk içinde değilse kâfirlikle yaftalanmaz. Hırıstiyanların Hz Muhammet için sarfettiği aşağılayıcı dili, Hz İsa için kullanılamayacağı gibi, Şiilerin Sahabe ile ilgili söylediği ağır hakaret ve tekfirlerine cevben, ne Hz Ali ye nede Ehlibeyte herhangi bir saygısızlık yapamaz. Dolayısıyla bu yol her türlü aşırılığın kapalı olduğu bir zemindir. Ona yapılan saldırılara karşın aynı sertlikte ve aynı capta saldırıda bulunamaz. Haram ve helallere dikkat noktasından sonra helal olan şeylerin bile yeterlisine dikkat etme gibi zorunlulukları vardır. İnsana sayğıyı ön planda tutarak çoçukların doğuşta masumiyetini kabul eder, Nefsin istek ve arzularını tatmin için zorlama hükümlere itibar edemez. Edep, saygı, zariflik, gibi insanın iç dünyasında olumluluk yaratıcı şeylere önem, olumsuzluk yaratacak duygu ve düşüncelere dikkat vardır. Oysa uc noktalarla beslenen inanclar, toplumun hislerini kullanıp galyana getirerek batılı din diye verme ortamında radikalliğin uç noktalara taşındığı bir yapıdır. Haklılığını ispatlamada önünde hiç engel yoktur. Yani her yol dört yol gibidir!...İnsanın yapısında bu tür şeylere meyil daha fazladır. Akıldan ziyade heyecana daha ön plandadır.. Özellikle genclik ve cahil toplumların meyli bu yöndedir. Dolayısıyla Şiiler devamlı bulundukları her zeminde ehlibeytin mazlumiyetini kullanır gözyaşları içinde vermek istediği her düşünceyi bu ortamda verir. Nefsin isteklerine kolayca fetva bulmak mümkündür. Sıkıştığında yalana kolaylık var. Zinadan kurtulmak için muta gibi bir secenek önünde.. Zaten ibadetlerde istediğin kolaylığı yapabilirsin! Namazı belirlenmiş vakitlerde kılmak bir zorunlukuk değil beş vakti üç vakte sığdırırısın. Dindar olman için zorluk yok. Birde Ehlibeyti kendi anlayışlarındaki gibi seviyorsan zaten kurtuldun.!

Dolayısıyla tehdit ve anarşinin dışınada orta yol da yürüyen bir müslümanın böylesi cahil islamı yeterince bilmeyen duygusallığı ön planda olan düşünce yapılarına karşın ister istemez savunmasız bir hali vardır. Buna çok dikkat etmek gerek!

Şii felsefesi incelendiğinde İslam âleminin top yekün Şiileştirilmesi Şiiler üzerinde farz bir görev olduğu anlaşılmaktadır. Bu farz görevi yerine getirmede de en büyük engel bir bucuk milyar İslam alemi vardır.

Hedeflerine ulaşmada bu engelin bir şekilde kaldırılması ya da zayıflatılması gerekir. Kendileri kaldıramıyorlarsa kaldıranlara yardım etmekde bir zarar yok. Bunun için başka kâfirler desteklenbilir. İşte yukardaki hulagü örneği bunun canlı örneğidir.

İlmi konularda izah edemedikleri noktalarda tarihi referans gösterirler. Bunu saldırı amacıyla da yaparlar. Ancak yahudi dönmeleri ve yalancılığı ile tanınan şii tarihcilerinin, aynı konuda yazdıkları metinlerinde bir birini tutmadığı görülmektedir. Bu sebeple kendi aralarında da ayrışmalar olmaktadır.

Bunlar imamet, velayet, takiyye, muta, gibi Kuranda imani kavramlar arasında hiç yer almayan kavramaları iman sınırları içinde taşırlar ve bunları kabul etmeyenleri hiç çekinmeden tekfir ederler. Kuran ayetlerinin nerdeyse üçte ikisini imamet mevzu ve ehlibeyt ile acıklamaya çalışırlar. Yani Kuranda nerdeyse peygamber yoktur. Kuran Hz Ali ve onların anladığı sınırdaki ehlibeyte gelmiştir.! Her inanclarına Kurandan delil getirirler. Oysa kuran ayetlerin anlamına nuzül sebeplerine baktığınızda iddia ettikleri hususla ilgili hiçbir bağ bulamazsınız. Ama onlar kendi taraftarına bunu inandırırlar inanmayanlarada şaşarlar. Kısmetsiz olarak görürler!. Sizi iman dairesine çekmeye çalışırlar!. İnandıkları şeyin delilini tevil ile de olsa Kurandan getiremezlerse, o konu ile alakalı Kuranda bir sorun olduğunu kendi içlerine dönerek bir birleriyle paylaşabilirler. Tartışmayı ilgili konudaki ayetin Kurandan çıkartılmış olabileceğini varsayımına kadar götürebilirler!. Ama bunu dışa hiç yansıtmazken şunu akletmek istemezler “ bizim bunca iddialarımız inanclarımızın delili kuranda ve sahih hadisde yok. Bu konuda sahabeden, kurandan, hadisten şüphe edeceğimize bu inanclarımızdan şüphe duysak olmaz mı?” Bu arıza bizden kaynaklanıyor olmasını hiç düşünmezler düşünmezler!. Niye çünkü o inançlarının arkasında aşitasyonla dolu Tarih vardır! Ağıt vardır. Toplumda yaşanması geleneksel hale getirilmiş bazı ritüeller vardır. Bundan vazgeçmeye kalkmada mahalle baskısına muhatap olmak vardır, etraftan küfürle itham edilme vardır. Toplumdan dışlanma vardır. Daha kimbilir neler vardır!.

Bu yapıdak esas olan sorun; sonradan kutsallaştırılmış kutsallığı itikadın içine sokmak için ayetleri saptırarak çeşitli tevillerin, yorumların getirilmesi. Bununla da çözülmeyen sorunlara İçinde binlerce uydurma hadis olduğu taraflarca bilinen kitaplarda geçen yorumlarla durumun kurtarılmaya çalışılmasıdır. Meselenin iyi anlaşılması için bir örnek vermek gerekirse, Şiilerin çoğunluğu elimizdeki Kuran’ın değişmediğine inanırlar. Ancak, en güvenilir hadis kitaplarında bu anlayışın tam tersine onlarca hadis mevcuttur. Bunu ilim noktasında araştırma yapmayan Şiiler bilmez ve hemen savunmaya geçerler. İtikat noktasında da, mevcut hadis kitaplarında islamla tezada düşen yine yüzlerce hadis uydurulmuş. Bugünkü aydın şii âlimlerinin çoğu, bunun ayıklanması gerektiğine inanıp farklı kanallardan ifade ediyorlar. Bu hadislerin her birisi imamlara söylettirilmiş. Burada, neden şu düşünülmez? Ayrıştırmayı oluşturan ve İtikadı bir mevzuu haline getirilmiş unsurların da aynı imamlara söylettirilmiş bir yalan olduğu, neden dikkati çekmez de hala ayrıştırmayı sürdürmek adına kullanılır!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder