1 Ekim 2009 Perşembe

Şii Liderlerinin Hz Peygambere Acımasız İthamı!....

İran devrim lideri Humeyni Yanda kapak resmi verilen“Kesful Esrar” isimli kitabında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in tebliğ görevini gerektiği gibi yerine getirmediğini iddia ediyor.
kitabın acılımındaki mevzunun tercümesi şöyle
" diyor ki: “Nebi (s.a.v)’in Kur’an da İmamet konusunu açıklamasında geri çekilmesinin sebebi: kendisinden sonra Kur’an’ın tahrif edilmesinden korkması ve Müslümanlar arasında ihtilafların şiddetlenip bununda İslam’a tesir etmesidir. Ve su da apaçık görünüyor ki Eger Nebi (s.a.v) Allah’ın imamet konusunda ona vahyettigi tebliği yapmış olsaydı, şuan ki İslam beldelerinde Müslümanlar arasında ki bu ihtilaflar ve münakasalar patlak vermezdi”.(Kesful Esrar Sayfa149 155)
Bu söz Humeyninin Hz Peygamberimize bakış acısını apacık ortaya koymakta ve Hz Peygamberimiz suclanmaktadır. Çünkü işinde eksiklik gerçekleştirmesi, açıklaması gerekeni açıklamaması ile tahrif ilk önce onun tarafından başladı. Çünkü O İmamet ve İmamlar konusunda Rabbinin ona vahyettigini tebliğ etmemiştir. Ve İmamet ve İmamlar konusunda ona vahy inmesine rağmen O Kuran’da ki imamları ve imameti insanlara açıklamadı (!) bundan dolayı da ümmet O’nun vefatından sonra fitnelere ve ihtilaflara




8

8

Şiiliğin İfratları İslamı Nereye Götürdükleri!

Şia'ya göre, Allah katından hakkı getiren imamların sözleri, Allah'ın sözleri; emirleri, Allah'ın emirleri; taatları, Allah'ın taatları ve günahları da Allah'ın günahı sayılacağından imamların günah işlemeleri imkânsızdır. İmamlar mukaddestirler. "Arzın rüknü, Allah'ın yeryüzünde üstün hüccetidirler". "İmamlık dinin esası, müslümanların düzeni, dünyanın dirliği, mü'minlerin şerefidir"'. İmamın veliliğine inanmak, dinin temelidir. Velayeti kabul etmeden dinin öteki esasları tamamlanmaz(Kadı Said Kuınmi, Esraru'l-İbadat, s. 2
"İmamları sevmek iman, onlara buğzetmek küfürdür" (al-Kafi, i. 188).. Hz. Peygagamber, ahirete göçerken bütün ilmini Hz. Ali'ye bırakmış, o da İmam Hasan'a, o da İmam Hüseyin'e bırakmış, ta on ikinci imama varıncaya kadar bu ilim böyle babadan oğula tevarüs edilmiştir. On ikinci imarnın kaybolması ile bu ilim, şi'a bilginlerine intikal etmiştir(Dr. Ruşdl Muhammed Arsan Alyan, al-Akl İnde'ş-ŞIlIti'I-İmamiyye, s. 55-57. Bağdad,1393{1973).
İmamların Allah ile ruhsal bağlantıları vardır. İmam bilgisini, öteki müetehidler gibi gözlem ve istidIal yolu ile almaz; ya peygamberden, ya kendinden önceki imamdan veya ilham yolu ile alır Hüccet olmak bakımından peygamberin söziyle imamların sözü arasında bir ayırım yoktur. Çünkü ikisi de Allah'tan alıp duyurmakta, Allah'ın hükümlerini açıklamaktadır. Müslümanların, imamın sözüne uymalrı vacibdir. İmamı reddetmek, Allah'ı reddetmek demektir ki şirke yakındır. Gerçi peygamber vahiy, imam ilham alır ama imamın, kasden ve yamlarak hatadan masum olması, aradaki farkı ortadan kaldırır İmam dinin tatbikçisidir. Ca'fer-i Sadık'tan şöyle rivayet edilmiştir: "Allah peygamberini en güzel terbiye ve en üstün akılla yarattı. Onu en güzel bir biçimde yetiştirdi, "Affı al, iyiliği emret, cahillerden yiiz
çevir' dedi. Onu övüp "Sen büyük ahıak üzerindesin' buyurdu. Dini ve
dinin tatbikini ona bırakıp "Resulün size verdiğini alın, Resulün sizi
yasakladığı şeyden sakının"ıo, "Peygambere itaat eden Allah'a itaat etmiştir"ı dedi. Allah dinini peygamberine bıraktı. İnsanlar onu inkar ederken siz onu kabul ettiniz. Valiahi biz konuştuğumuz zaman konuşmanızı, sustuğumuz zaman susmanızı isteriz. Biz sizinle Allah arasındayız. Allah, bize karşı gelen kimseye hayır vermemiştir." Peygamber ve imam, ancak halkın yararına olanı emreder. Peygamberin ve imamın kalbine, Allah'ın iradesine aykırı, ümmetin yararına zıd bİr şey gelmez. Allah, bazı işlerin tayinini peygamberin ve imamın oyuna bırakır. Farz rek'atlerin sayısı, nafile namaz ve orucun tayini gibi. Hükümlerin açıklanmasını, fetvayı, Kur'an ayetlerinin tcfsir ve, te'vilini de onlara bırakmıştır. Onlar uygun görürlerse açıklarlar, uygun görmezlerse susarlar. Takiyye gereğine, hal ve yarara göre hareket ederler. al-Kuleyni, aynı ayetin anlamını soran üç kişiye, Sadık'ın ayrı ayrı cevaplar verdiğini, bu durumun ya takiyyeden veya tafviz'den ileri geldiğini söylüyor). İmam, bir olayda şeriatın zahiriyle amel edebileceği gibi zahiri terk edip kendi re'yine görc de hükmedebilir. Nitekim Kehif kıssasında Musa'nın arkadaşı ve Zu'l-Karneyn böyle yapmıştı

Bu hususlar kendi kaynaklarından örneklendirmeye devam edersek;

Bir hadisilerinde:” İmamlar Allah’a gelinen kapıların ta kendileridir. Eğer Onlar (imamlar) olmasaydı Allah bilinemezdi. Allah Onlarla yarattığı kullarının hüccetini ikame etmiştir.”( el-Kafi: 193 / 1)
Eğer Allah imamlar olmadan tanınamazsa kulların hüccetinin ikame olması da onlar sayesinde oluyorsa o halde peygamberlere ne gerek vardı?!
“el-Kafi” de Ebu Abdullah (a.s)’dan şöyle dediği rivayet ediliyor: “Ali (a.s)’ın getirdiğini alır, nehyettiğinden de sakınırım. O’nun üstünlüğünde Muhammed (s.a.v) üstünlüğü vardır. Verdiği hükümler de Ali (a.s)’i takip edenler, Allah’a ve Rasulüne uyup takip edenler gibidir.
İmamların bilgisi ve gücünü gösteren bir başka hadisleri;
“Ben cennet ve cehennem arasında taşanları taksim ederim. Ben en büyük Faruk (ayırıcıyım). Ben Musa’nın asasının sahibiyim. Muhammed (s.a.v)’i melekler, ruh ve peygamberler nasıl kabul ve ikrar etmişlerse beni de kabul ve ikrar eylediler. Muhammed (s.a.v)’ e yüklenilen ilahi yük rabbani sorumluluk bana da yüklenmiştir. Bana, daha önce kimsede bulunmayan özellikler verildi. Ben bela ve musibetleri bilirim. Nesepleri ve son kesin sözü bilirim. Benden öncekilerden hiçbir şeyi bana uzak ve gizli kalmadı, hepsini bildim. Gaybın bilgileri benden uzak değildir. Allah’ın izni ile müjdeliyorum O’nun adına yapıyorum. Hepsi Allah’tandır. İlmi ile bu konuda bana güç ve imkan verdi.”( el-Kafi Bu hadisin çokbenzer“el-Mufaddal b. Ömer’den rivayetle yine (Kuleyni, Kafi, c.1, s.197) de yer almaktadır.
Şianın kolu Nusayriler ve Bâtınilerin Hz. Ali yi (r.a) nın hâşâ Allah’ın ta kendisini olduğunu takiye yapmadan söylemişlerdir!
Fakat Şia ise; onu (imamların ilahlığını) Nusayriler gibi acık bir lisan ile değil de dolaylı yönden söylemişlerdir. Bu söylemi teyit eder bir görüş sergileyen“İran Şii devrim lideri, Ayetullahları ve Hüccetleri olan Humeyni “el-Hukumetu’l İslamiyye” adında ki meşhur kitabında diyor ki: “İmam için övülmüş bir makam vardır(Tıpkı Allah’ın sadece Muhammed (s.a.v)’e has kıldığı övülmüş makam (makamu’l Mahmud) gibi!) âlemin hükümranlığı, kâinatın tüm zerreleriyle imamların vilayetine ve egemenliğine boyun eğer. Mezhebimizin inanç gereklerinden bir tanesi de; imamlarımızın bir makama sahip olması ve o makama ne yaklaştırılmış meleklerin ne de resullerin, nebilerin ulaşamamasıdır.

İmamlarla ilgili bir başka hadisleri; Peygamber (s.a.v) ve İmamlar (a.s) bu âlemin yaratılışından önce birer nurdular ve Allah onlara kendisini Allah’tan başka kimsenin bilmediği bir menzile ve yakınlığa yerleştirdi. İmamlarımızdan (a.s) rivayet olunuyor ki: “Bizim Allah ile aramızda bazı özel haller vardır, ona ne yakınlaştırılmış melekler ne de resuller, peygamberler ulaşır” aynı şekilde Fatıma el-Zehra (a.s)’da böyle bir menzile sahiptir...”( el-Hukumetu’l İslamiyye: Sayfa: 52)
“Ve biz inanıyoruz ki, imamların emir ve işleri diğerlerininkinden farklıdır. Biz mezhebimiz gereği inanıyoruz ki, imamlarımızdan gelen her emir ve iş vefatlarından sonra bile yapılması gerekip, bilakis o işlere ve emirlere tabi olmak vaciptir!”( el-Hukumetu’l İslamiyye: Sayfa: 90)

Kuleyni, kitabında, “ Yeryüzünün Tamamı İmamlara Aittir” başlığı altında Ebu Abdillah’tan şu rivayette bulunur: “Dünya ve ahiret imama aittir; dilediğine verir, dilediğini de vermez.”( Kuleyni, el-Kafi, c.1, s.492)
Şia inancı, imamların vahiy aldığını da iddia etmekte, refarans olarak kuran dışı kitaplara tabi olunmayı da emretmektedir. İşte kendi kaynaklarındaki delili; “
“... Ammar es-Sabbati şöyle rivâyet etmiştir: Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’a dedim ki: “Hükmettiğiniz zaman ne ile hükmedersiniz?” Buyurdu ki:” Allah’ın hükmüyle ve Davud’un hükmüyle, hakkında her hangi bir şey bilmediğimiz bir şey karşımıza çıktığı zaman, buna ilişkin hükmü, Rûhul Kudüs’ten alırız. “ (Usul-u Kâfi sh 597 H.1036.)
“... Ammar es-Sabbati şöyle rivâyet etmiştir: Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’a dedim ki: “İmamların konumu nedir?” “İmamların konumu, Zulkarneyn’in, Yuşa’nın ve Süleyman’ın arkadaşı Asef’in konumu gibidir.” dedi. Dedim ki: “Ne ile hükmedersiniz?” Buyurdu ki: “Allah’ın hükmüyle, Davud soyunun hükmüyle ve Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlihi)’nin hükmüyle... Bunları Rûhul Kudüs bize bildirir... “ (Usul-u Kâfi sh 597 H.1037.)
Yine Kuleyni, vahiy ve imâm konusunda îmam Ali Rıza'dan şunları nakletmektedir: " îmamın kendine de vahiy gelir. Söyleneni işitir, fakat konuşanı görmez." (el-Kafi, sh:82)
Muhammed Bakır'dan da "îmamlar bir şeyi bilmek istediklerinde, Allah'ın sadece onlara bildireceğini ve imamların ölecek zamanı bildiklerini, yalnız kendi istekleriyle öleceklerini ve onlara hiçbir şeyin gizli olmadığını," söylerler. (el-Kafi, sh:96-126
Şiiler imamlarının diğer peygamberlerin hepsinden üstün olduklarına inanırlar ve bununla ilgili bir hadisleri; el-Meclisî, Mir’âtu’l-Ukûl adlı kitabında: “Şüphesiz onlar Peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem dısında bütün peygamberlerden serefli ve üstündürler” demistir.( el-Meclisî, Mir’âtu’l-Ukûl Fî Serhi Ahbâri Âli’r-Rasûl (2/290).
"Kuleyni, . . . .İmam M. Bakır'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ali'nin veli ve imam olduğunu, diğer hidayete ermiş imamlara da uymayı ve onların düşmanlarından uzak olarak Allah'a yakın olmayı, tasdik etmektir. Şüphesiz imamsız olan bir kimse yolunu şaşırmış, sapıtmış olur. Bu durumda kalırsa "kafir" gibi ölmüş olur! (Kafi, sh :84- 86) Şia imamları hakkında o kadar aşırı inançlar üretmişlerdir ki haşa nerdeyse onların pislikleri bile kutsaldır. Şifa kaynağıdır. İşte bunu teyit eden görüşleri
Şia’nın Ayetullah’ı ve hücceti olan Molla Zeynel Abidin el-Kelbeykani “Envaru’l Vilaye” isimli eserinde diyor ki: “Masumların idrarlarında, kanlarında, dışkılarında namazdan sakınmayı gerektiren bir necasetlik yoktur. İmamların idrarlarında ve dışkılarında bir çirkinlik, iğrençlik yoktur bilakis onlar birer misktir! Her kim onların idrarlarından, dışkılarından ve kanlarından içerse Allah ona ateşi haram kılar ve cennetine sokması vacip olur!”( Envaru’l Vilaye, Sayfa: 440)




Bazı Bidatların Şii Ulemasınca Değerlendirilmesi!

Yanda resimlerde görüleceği gibi bazı şia grupları Hz. Hüseyinin ölüm yıl dönümünde ağlama krizine girer ona gözyaşı dökmekten cennet umut ederler. Bu konu ile ilgili şia kaynaklarında Hz.. Hüseyin için ağlamanın fazîleti ile ilgili pekçok rivâyet vardır. Bu rivâyetlerde Hz. Hüseyin için ağlamanın büyük günahları sileceği, Âşûre gününü hüzün ve ağlama günü olarak görenlere kıyâmet gününü Allah'ın ferah, sevinç ve saadet günü kılacağı, bütün gözlerin ağlayacağı kıyâmet gününde sadece dünyada iken Hz.. Hüseyin için ağlayan gözlerin güleceği, bildirilmiştir. Kerbelâ hadisesi ile ilgili ciltler dolusu kitap olabilecek olan uydurma rivâyetlerin varlığına dikkat çeken şia alimlerinden Mutahharî, “Hz.. Hüseyin için ağlamak gerekiyorsa, onun kılıç ve mızraklar altında can verdiği için değil, hakkında bunca yalan ve uydurmalar düzüldüğü için ağlamanın gerektiğini” söyler. Yine bir başka şia düşünürü Ali Şeriatî' bu konu ile alakalı “Keşke ben de seninle olsaydım da şehadetin büyük feyzine ulaşsaydım” mantığını şiddetle tenkit eder ve Hz.. Hüseyin için tutulan yaslarla ilgili olarak da şöyle der:“Mesele, şehitlerin efendisi için şehadet ânına kadar “ölümlü efsâne,” şehâdetten sonra “ebedî efsane,” şimdi de tüm zaman ve zeminlerin yaşayan efsanesidir. Bu düşüncede olan “hareket eden ölü bir kesim”in Hüseyin gibi ebedî bir efsâne olan biri için değil de, kendileri gibi “aşağılık bir ölü” için yas tutmak olduğunu anlamaları gerekir. Şeriati. Şiilere, Hüseyin'in ölümüne ağlamakla leş olup gidişiin tesellisini bulmak ve ruhlarına sevap kazandırmak yerine, onun izinden yürümekle, leş olup gidişii önlemeyi ve hareket eden ölü bedenlerine hayat ruhu vermeyi tavsiye eder
Musa el-Musavî de Âşûrâ gününde dövünmeye karşı çıkar ve “Tarihte hiçbir mukaddes ayaklanma Şiîlerin, Hüseyin sevgisi bahanesiyle Hüseyin ayaklanmasını çirkinleştirdiği kadar çirkinleştirmemiştir” diyerek bunun bir çirkinlik olduğunu nazara verir. İmamlara nispet edilen, “Hüseyin'e ağlayan veya ağlar görünen için Cennet Vâcip olmuştur” rivâyeti için de ,“Haşâ ki; İmam'dan böyle bir söz sâdır olmuş olsun!” der. Sonra da şöyle bir tashih çağrısı yapar:“İmam Hüseyin'in ayaklanmasını çirkinleştiren ve tamamen ters gösteren câhillerin bu gibi hareketlerini engellemek için, İmamiyye Şiîlerinin münevver tabakası, büyük gayret sarfetmelidir. Vâiz ve dâvetçilerin ise, daha açık ve şahsiyetli rol oynamaları icabediyor. Çok açık bir şekilde ifâde etmek istediğim gerçek odur ki, Âşûra günü İmam Hüseyin'i şehadete sevkeden sebep Şiîlerin çizmek istediği şekilden tamamen ayrı ve yücedir! Hüseyin, halkın kendisi için ağıt yakıp dövünerek zavallı göstermesi için değil, insanlara, fedakârlık, kararlılık, yiğitlik, zulüm ve istibdadata karşı mücâdele dersi vermek için şehid olmuştur. Bu itibarla İmam Hüseyin'in şehadetini anma töreni, hem güldüren, hem ağlatan câhilce ve aptalca hareketlerden uzak, onun şerefine yakışır bir tören olmalıdır! Nutukların irad edildiği, beliğ kasîdelerin bulunduğu Peygamberin, Ehl-i Beytinin ve Ashab-ı Kira-mın Allah yolunda cihad ve fedakârlıkla dolu hayatlarının anlatıldığı kültürel törenler yapılsa ne kadar iyi olurdu!“İşte böyle, Hüseyin'i anarken, yıkılmalı değil, yeniden yapılanmalıyız. Hüseyin'i mücâdele meydanlarında çirkinleştirip kötülemeksizin ona şeref hakkını tanımalıyız. Şâyet Hüseyin'in taraftarı ve sevenleri isek.”Musa el-Musavî bu konuyla ilgili olarak şöyle bir hatırasını anlatır:Şiîlerin tanınmış bir âlim ve şeyhinden otuz yıl önce duyduğum, hikmet ve aydınlık sözlerle dolu bir konuşmayı nakletmek istiyorum. O nur yüzlü çok yaşlı şeyh yanımdaydı. Gün on Muharrem, saat öğle vakti, tam oniki, mekân Kerbelâ'da İmam Hüseyin'in kabri. Bir de baktım ki, Hüseyin'e yas mâhiyetinde kılıç ve kama ile başlarına vuran büyük bir kalabalık kabrin bulunduğu yere geldi. Başlarından ve vücutlarının her tarafından akan kan insanı iğrendiriyordu. Arkalarından omuzlarını zincirle döven bir grup geldi. Burada ihtiyar âlim ve şeyh bana sordu:“Bu insanlar niçin başlarına bu kadar felâket getirirler?“Ne dediklerini duymuyor musun? Hüseyin'e ağlayarak ‘Vah Hüseyin'im’ diyorlar.”“Şimdi Hüseyin Yüce Allah'ın huzurunda değil mi?”“Evet.”“Hüseyin şu anda ‘Allah'tan korkanlar için hazırlanan ve göklerle yer genişliğinde olan Cennette’ değil mi?”“Evet.”“Cennette kapalı incilere benzer hurîler yok mu?”“Var.”Şeyh derin bir nefes alarak çok üzgün bir edâ ile şöyle dedi:“Vay bunların haline, ne kadar câhiller. Halen ‘Çevrelerinde hizmet için ölümsüz gençler dolaşan, main çeşmesinden doldurulmuş testilerin, ibriklerin ve kadehlerin bulunduğu Cennette olan bir imam için neden bunları yaparlar?”
Hz.. Hüseyin de babası ve abisi gibi ilk üç halife'yi tanıyor ve itiraz etmiyordu. Ancak, diğerlerinden farkı halifenin secilmesinin şura heyetinden tek kişi bırakılmasını tasvip etmezdi. Buna rağmen abisi Hz. hasan ile birlikte Hz. Osman ı ihtilalcilerden uzun süre korumuş hatta bu uğurda yaralanmışlardı.
Farklı kaynaklardaki genel anlayışla birlikte tarih sayfalarından bugüne yansıtılan hakikatlar ışığında konunun bütün boyutlarını görmeye devam edeceğiz Allaha Emanet olun.






Bu İnanca Güvenilip Vahdete Gidilir mi?

Ehli sünnet içinde görünen ama gerçekte nerede olduğu pek anlaşılmayan bazı ilim ehli ve talebeleri, ehli sünnet ile şia arasındaki farkların sadece fıkhi meselelerden ibaret olduğunu söylemekte ve şia ile vahdeti istemektedirler. Böyle bir iddia tamamen yanlış ve şianın oyununa gelmekten öteye gidecek bir şey değildir. Şianın sapkınlıklarını görmezden gelmeye, gerçekleri saptırmaya yöneliktir.

Hindli Şii bilgin es-Seydi “İmdad İmam”, şu sözleriyle çok ilginçtir: “İmam iye ve Ehli Sünnet mezhepleri, farklı cihetlere doğru akan iki ırmak gibidirler ve kıyamete kadar da birbirleriyle uzak olarak akacaklardır. Birleşmeleri imkansızdır”(Mishabuz Zulm s.41-42)
Muhibbudin el-Hatip de, “İmamiye Şiası Dininin Üzerine Kurulu Olduğu Ana Esaslar ve Onunla Bütün Fıkra ve Mezhepleri de Dahil Olmak Üzere İslam Esaslarının Birleştirilmesinin İmkansızlığı”nı işaret etmiştir.
Doğru ile yalan nasıl birleştirilir? Doğru söyleyen ile yalancı bir araya gelebilir mi? Zira yalancı, yalanı zaruri ve vacib saymakla kalmıyor, aynı zamanda onu Allah’a yaklaşmak için en büyük vesile olarak görüyor
şia âlimleri takiyye gereği kılık değiştirmeyi ve ehli sünnetten kimselerin içinde casusluk yapmayı, sonradan iade etmek kaydıyla onların arkasında namaz kılmayı, hatta Sünni bir mezheptenmiş gibi görünmeyi bir meziyet görürler, onları nasıl aldattıkları, kendi inançlarına sempati sağlamak için ne numaralar çektikleri ile övünürler. şeyh el-behai adıyla bilinen alimleri muhammed b. el-hüseyin b. abdussamed (h.1031): Şam da uzun zaman şafi mezhebinden göründüğünü, bu süreçden Müslümanların inanç dünyasında ne oyunlar oynadığını muhammed muhammedi el-asteşhardi adındaki alimlerinin ecvedu'l munazarat, s.188'de (daru's-sekaleyn, lübnan 1416 h. 1.baskı)'daki kitabında anlatmıştır.
Ayetullahu'l uzmaları ve taklit mercileri ebu'-kasım el-hui, misbahu fekaha fi'l muamelat 2/11'de (daru'l hadi beyrut)'de şöyle der: onların (yani ehlisünnetin) küfürlerinde hiçbir şüphe bulunmamaktadır. Çünkü velayetin ve imamların bir tekinin bile inkâr edilmesi, imamlardan başkasının halifeliğine inanılması veya cebr vb. hurafe inanışlara sahip olunması küfrü ve zındıklığı gerekli kılar. Velayeti (imamları) inkâr edenin küfrü konusundaki zahir mütevatir buna delalet etmektedir. Ayrıca aynı zamanda humeyni el-erbaune hadisen adlı kitabında (s. 511, daru't-tearuf li'l-matbuat, beyrut 1991 m.) iman, ancak Ali ve masum, pak vasilerinin velayeti vasıtasıyla gerçekleşebilir. ehli sünnete taktıkları lakaplardan bir diğer olan "necis"'tir. Humeyni yine buna açıklık getiriyor: tahriru'l-vesile 1/118'de (beyrut baskısı) şöyle der: nasıbiler (ehli sünnet ve hariciler Allah onlara lanet etsin) ise, hiçbir tereddüt söz konusu olmaksızın, necistirler!? Allah subhanehu ve teala şöyle buyurmaktadır: ey iman edenler! Müşrikler ancak necistirler. (tevbe 28) Allah celle ve ala açık bir vaziyette necis olanların kimler olduğunu bize beyan etmektedir. Görüldüğü gibi şia mimarları ortaya koydukları inançla İslam inancı arasına öylesine derin uçurumlar koymuşlar ki değil vahdet bu düşüncenin bu inancın Müslümanların yüzlerine bakacak halleri yoktur. Ancak sizin yüzünüze bir gülücük atarlar bir takiye yaparlar gönlünüzü fethederler bu yalancıların, attıkları iftiraları, Müslümanlara müşriklerin sıfatlarını takmaları, Allahın hükmünü değiştirmeleri, kendi sapık ve Allah'ın şeriatına, rasulünün (aleyhissalatu vesselam)'ın sünnetine uymayan bu sözlere karşı ne demeliyiz? ehli sünnetin kanını, malını, canını helal görenlerle birlikte vahdet olmak mümkün mü?
ehli sünnetin yanında takiyye dışında amel etmeyi caiz görmemeleri
ehli sünnetin ölülerinin cenazesine lanet okumaları ve onları kandırmaya yönelik kılınan takiyye namazı onların bir başka vasıflarıdır.
Dini liderlerinden hamaney; ecvitu'l-istiftaat adlı kitabında s.178'de (daru'l hakk beyrut): onların arkasında cemaat olarak namaz kılmak, idare-i maslahat kabilinden olmak üzere caizdir!? İmamları Humeyni’de takiyye olmadan onların arkasında namaz kılmaya "caiz değildir" demiştir. ve dahası, namazda sağ eli sol el üzerine koymak (ehli sünnetin yaptığı gibi) fatiha suresinden sonra amin demek namazı iptal eden hususlardandır, derler. bunu humeyni tahriru'l-vesile 1/186-190, fadlAllah el-mesailu'l-fıkhiyye 1/92, sistani el-mesailu'l-muntehabe s.139.
Sözün kısası şiacılarla hiçbir konuda mutabık kalmak mümkün değildir. Söylenilen her şeye muhalefet ederler, İslam inancına ters gelen her şeyi rahatlıkla söyleyebilirler. Zorunlu durumda size inanıyor gibi sizden gibi, hak veriyor gibi yapabilirler. bunlara asla inanılmaması gerekir.Bu tür davranışlar onların olağan,fakat zehirli davranışlarıdır. Mutlak bunun arkasında bir hesapları mevcuttur. Onu da anlamak mümkün değildir. Bu dün de böyleydi yarında böyle olacak tarihte kaç sefer belirli hükümdarlar ve toplum önderleri bu iki kesimi karşı karşıya getirip anlaşın sorunlarınızı tartışın demişlerdir. Bu tartışmaların sonunda şiacılar ehli sünnete sonuna kadar hak vermiş, anlaşmaları imzalamışlar ancak, dışarı çıkar çıkmaz kendi sahte davalarını savunmaktan ıslama leke sürmeye devam etmekten asla vazgeçmemişlerdir. Yukardan beri söylenilen her şey şia kitaplarından alınmadır. Bilgi ve belgeye dayalıdır. Bir tek satır hariçten gazel okuma değildir.
Şiiler takiyye konusunu ispatlamak için bir takım ayetleri de zorlayarak ispatlamaya calışmaktadırlar. Mesela onlar, Kasas suresindeki "İşte bunlara, sabrettiklerinden dolayı mükâfatları iki defa verilecektir" ayet-i kerimesini şöyle tefsir etmişlerdir: "Ehl-i Beyt’e takiyye prensibi üzerine gösterdikleri sabr u sebattan dolayı iki defa mükafat verilecektir." Bu anlam son derece yersiz ve münasebetsiz bir te’vildir; son derece keyfidir.
Hazreti Ali’nin, Hazreti Ebubekir ve Hazreti Osman’ın hilafetlerine rıza göstermesi, Hazreti Hasan’ın da Hazreti Muaviye için hilafetten vazgeçmesi ve imamlarının cemaat-ı müslimin’e karşı muhalefet izhar etmemeleri, Caferilere göre takiyye kabilindendir. Yani korkularından hakkı söylemiyerek, hakkı bırakıp haksızlığa yardımcı olmuşlar. Halbuki Hazreti Ali için korkuyu icap ettiren en ufak bir durum bile ortada yoktu.


Takiyye inancının ortaya çıkmasının en büyük sebeplerinden birisi de ehlibeyt imamlarının ashabı kiramı övmeleri, onların Kuran’da ki üstünlüklerinin itiraf etmeleri, Üç halifenin imamet ve liyakatlerini kabul etmeleri, onlarla hısım akraba olmaları kızlarını vermeleri, çoçuklarına onların isimlerini vermeleri, aralarında güçlü bağın olması, Şiilerdeki akide bozukluğunu açıklamaları ve onlarla birlikte bu güzide insanların aleyhine konuşmamalarını izah edememeleridir. Şiacılar bu durumu kurtarmak adına takiyeye sarılmak zorunda kaldılar. Şiiler bu çıkmazdan kurtulmak için; imamların, bunu ancak takıyye gereği söylediklerini; fakat açığa vurduklarının aksine inanıyorlardı demek durumunda kaldılar. Takiyye için HZ Ali diğer halifelerin halifeliğine katlandı, Hz Ömer’e ses çıkarmadı, Hz hasan halifeliği muaviye’ye teslim etti. Hz Hüseyin sahabelere küfür etmedi, Hz. Zeyt takiye için diğer üç halifenin hizmetlerini övdü. Yani onlara göre bu imamlar haşa bu rezilliği takiyye için yaptı. Bu hiç onlara yakışır mı? Oysa, yukarda bahsedilen bütün konularda ehlibeyt imamları tek fikirdir. Hiç birisi din adına ashaba saldırıda bulunmamışlardır. Onların haklarını teslim etmiş, bildikleri yanlış davranışları varsa onu da söylemişlerdir. Onlar iki yüzlü olmaktan beri dost doğru insanlardı. Hayatta yalan söylemezler, ilkelerinden taviz vermezdi. Çok cesurdular. Hazreti Ali’den çok zayıf olan Hubab ibnül Münzır, elinde bir delili bulunmadığı halde korkmayıp Hazreti Ebubekir’in halife seçilmesine itiraz edip de, Hazreti Ali gibi büyük bir kahraman niçin sebepsiz yere sussun! Bu hiç mümkün mü? Hubab mücadelesini yaptı, hiç kimse ona kavlen veyahut fiilen bir eziyet vermedi. Hazreti Ali’nin bundan haberi de vardı. Şu halde susması korktuğu için değil, yanında bir delil olmadığı içindir. Son olarak deriz ki: Biz Ehl-i Sünnet olarak korkak bir Ali’yi tanımayız. Korkak Ali bizim değil, ancak Şiilerindir. Bizim Ali’miz ise büyük bir İslam kahramanıdır. Eğer takiyye yapsalardı hz Hüseyin ve zeyt şehit olmazlardı. Onlar korkak, aciz pısırık asla olmadılar. Şiacılar kendi vasıflarını imamlara yakıştırarak onlara ne büyük iftira attılar. Allah korusun. Şiacıların en büyük sermayesi Hz Muhammed’in ashabına düşmanlık, onları sevenlere lanet okumaktır.
Şiacılar son yıllarda bu konuda yeni bir arguman kullanmaya başladılar güya "Ali hilafet meselesinde hiç direnmedi, muhalefet etmedi. Çünkü Hz. Peygamber ona: "Sen benden sonra kılıç kullanarak fitneye sebebiyet verme" diye tavsiyede bulunmuştur."
Bu söylem tamamen i yalan, iftira ve cehalettir. Hz Peygamber hem onu ümmetin başına halife tayin etsin, hem de hakkı kabul etmekten imtina eden kimselere karşı kılıç çekmekten men etsin!..Bu sözler doğru olsaydı Hazreti Ali, Sıffın ve Cemel’de de Resulullah’ın tavsiyesine muhlefet edermiydi. Hazreti Ali’ye halifeliği teslim etmiyenler Şiilere göre küfrün en çirkin çeşitlerini alenen işlemiş olan sahabeye karşı hiç Hz. Peygamber "kılıç çekilmesin" diye hiç tavsiyede bulunur muydu? Bu aklen ve mantıken mümkün mü?.. Bu hususus hz Hüseyin in kıyamına tezat teşkil etmez mi? Durumu kurtarmak için her olaya bir kılıf bulmak için durmadan yalana müracaat etmek doğru mu?
Ya da bu yalanlardan adım adım geri cekilmek önemli bir erdem değimli?

Bugün sünni toplumların Şii dalgasına karşı kültürel bir sığınağı olmadığını görülmektedir. Çünkü Şia Mezhebi kin, nefret, yalan, tekzip ve İslam’da aşırıya gitme üzerine bina Edilmiştir. Ehlisünnet inancı bu kadar fitne fesat ve yalana karşı maalesef korumasızdır.
İslam âlimleri yaratılmışlar içerisinde en yalancı olanlar Şiilerdir. İbn Teymiyye der ki, “İlim ehlinin ve onlardan süre gelen nakiller silsilesiyle ittifak edilmiştir ki Şiiler en yalancı fırkadır ve onların yalanlarla dolu bir tarihi vardır”. Bu sebeple İslam âlimleri onları yalanda aşırı olanlar diye tanımlamışlardır. Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye’nin’de belirttiği üzere onların menhecini (yolunu) şöyle anlatıyor: “Ehli Sünnete güler yüz göstermede şianın üzerine yoktur, dinlerini açığa vurmazlar, onlara tazim de bulunmak üzere sahabenin faziletlerini ve akidelerini öğrenirler, ama tüm bu yaptıklarında samimi değillerdir, böylece bu hal üzere devam ederler. Bundan maksatları Ehli Sünnet’in güvenini kazanmaktır.” İşte onların dini budur, yalan üzere bina edilmiş bir din, işte bu sebeple Ehli Sünnet’in, şianın bu durumlarını, onların velev ki Irak’ta velev ki bir başka yerde İslam’ın en azılı düşmanları olduklarını bilmesi hem bir zaruret hem de maslahat gereğidir. Bizler biliyoruz ki onların şerli planları var ve tam bir gizlilik içerisinde bunları yürürlüğe koyuyorlar Şiiler yalancılardır ve onlar Yahudilerin İslam ümmetini arkadan bıçaklayacakları hançerin ta kendileridir. Bu sebeple ümmeti onlar ve onların şeytani planları hususunda uyarıyor ve ümmeti önlem almaya ve tamamen silahlanmaya çağırıyoruz. Bu düşman şerlidir ve kurnazdır, bu yüzdendir ki tatlı dilleriyle sizi kandırmasınlar diye dikkat edin. Zira onlar ümmetin en kötü düşmanlarıdır, onların dini takiyye ve yalandır. Kitaplarını açın bakın ki belledikleri “değiştirilmiş hakikat” neler söylüyor;
Bu Şiiler insanların en kötülerindendir; onlar Ayşe r.a’nha annemizi aşağılamış, peygamberimizin (s.a.v) onuruna hakaret etmiş ve sahabeyi küçümsemiştir, öyleyse diyebiliriz ki bunlar, onlar tarafından aldatılmıştır; bu Şiiler peygamberimizin (s.a.v) eşi ve bizim annemiz Ayşe’yi r.anha aşağılamış ve ona zina ile iftira etmişlerdir. Onlara destek verenlere veya onların şeytanlıkları karşısında sessiz kalanlara veyahut da onları kardeşleri olarak görenlere diyorum ki; eğer bir insanın karısı bir adam tarafından aşağılansaydı ve onursuzluk ile itham edilseydi ve ailesine zina suçlamalarıyla saldırılsaydı, bu adamın tepkisi ne olurdu? Ondan gelecek en az tepki nefret olurdu. Elleriyle hakkını alacak gücü yoksa en azından onlardan yüz çevirecek, iğrenerek uzak duracak ve konuşmaları sert olacaktı. Ve Ayşe annemizin onurunun Müslümanlar nezdinde her şeyden daha kıymetli olması gerçeğine rağmen, insanlar Şiilerin suçları karşısında ve peygamberin (s.a.v) hanımı Ayşe’nin r.anha onuruna saldırmalarına sessiz kalıyorlar. Kendi adlarına buna nasıl izin veriyorlar ve hem bunu destekleyip, hem de kalplerindeki imanın tadına nasıl varacaklar?

Zerkavi: Bunlar takiyye ve hile içerisindeki insanlardır; eğer onlar hususunda sessiz kalmaya devam edersen, buna mukabil onları sessiz bulamayacaksın! Eğer onlarla barış yapmak istesen onlar seninle barış yapmayacaktır. Eğer seninle görünürde barış yapmak isteseler, barışı bir aldatma yöntemi olarak kullanacaklardır ta ki senden kurtuluncaya dek. Bu durum sıradan Şiiler için de aynıdır. Belki onlardan birisi seni aldatmanın kapısı olan evine davet eder, yiyeceğinden yedirir ve içeceğinden içirir ve sana karşı cömert bir tutum sergileyebilir. Ama sen ayrıldıktan sonra yıkamaktansa kapları kırar, çünkü inanır ki su bir sünninin pisliğini temizleyemez, birçoğu yataklarını bile yakar. Bu sıradan bir şii’nin durumu, bir de siz düşünün ki bunların “Ayetlerinin (Şiiler arasındaki âlimlere verilen ad)” durumu nedir?
Bizler ehli beytin destekçileriyiz. Sahih Akide üzere olanlar, Ehli Beyt’in ve sahabenin yolu üzeredirler ve Ehli Beyt insanların onlara yakıştırdıklarından beridir. Ehli Beyt Kur’an’ın ve sünnetin rehberliğini bırakmadı. Ehli Beyt’in arasında izzetli Ayşe’de vardır, peygamberin (s.a.v) hanımı ve onlar Allah’tan başka hiçbir şeyle rabıta kurmamış olanlardır ve Ehli Beyt masum olduklarını ileri sürmemişlerdir. Ehli Beyt, Ehli Sünnet’tir ve Ehli Beyt peygamberin (s.a.v) ailesi olmaları hasebiyle bizim kalplerimizdeki en sevgili olanlardır.

Bu Şiiler Ehli Beyt’i sevdiklerini iddia ederler ama hakikate onlar Ehli Beyt’in en azılı düşmanlarıdırlar. Gerçekte Ali’den (r.a) nefret ederler Selman Farisi (r.a) dışında tüm sahabenin kâfir olduğunu iddia ederler. Yani işte onların tarihi budur öyle bir tarih ki Ehli Beyt’e atfettikleri sevgi yalanıyla dolu, Ali (r.a) Muaviye ile barış antlaşması imzaladığı zaman Hasan b. Ali’ye (r.a) ihanet edenler kimdi, sebep neydi?

Onlar, Ehli Beyt’i sevdiklerini iddia edenler tarafından ihanete uğramışlardı, o da biliyordu ki onlar zafere kadar onunla beraber savaşmayacaklardı, bu sebeple o barışı seçti ki bu ne büyük bir antlaşma idi. İki Müslüman gurubun yaptığı bu büyük antlaşmayla ilgili olarak peygamberin ümmete verdiği müjde sizler için yeterlidir. Müslim b. Akil’e ihanet edip onu hüsrana uğratanlar, Hüseyin’in (r.a) öldürülmesine neden olanlar kimlerdi? Tüm bunların hepsinin nedeni Şiilerin ihaneti değil miydi? Tüm bunlar (sebepler) gösteriyor ki onlar Ehli Beyt’in düşmanlarıdırlar ve Şiilerle Ehli Beyt’in farklılıkları doğu ile batının farklılıkları gibidir. Ehli Sünnet, Ehli Beyt’in destekçileridirler ve bu yolda onların sevgilileridirler ve onların sevgileriyle iman üzere kalırlar.